Anadolu’da Esnaf Geleneği
Ne güzeldir kim bilir; bir iş yerine aldatılacağınızı, bozuk ve kötü ürün alacağınızı, gereğinden fazla ödeme yapacağınızı, alacağınız ürün hakkında yanlış bilgilendirileceğinizi düşünmeden girip alışveriş yapmak. Ne güzeldir kim bilir; beğenmediğiniz bir ürünü hiç sorun yaşamadan iade edebilmek, size asla kaba davranılmayacağından, unuttuğunuz ya da kaybettiğiniz para ve özel eşyalarınızın mutlaka geri döneceğinden emin olduğunuz ortamlarda güven içerisinde dolaşmak. Ne güzeldir kim bilir; herkesin birbirini sevdiği, saydığı, “Ben bu gün siftah yaptım, lütfen yandaki komşudan alışveriş yapın” diyen esnaf dayanışmasının sıcaklığını ve güzelliğini yaşamak…
Bütün bu dilekler günümüz koşullarında, gerçekleşmesi olanaksız birer düş olarak algılanabilir. Oysa geçmişte bütün bunlar günlük yaşamda titizlikle uygulanan kurallar ve topluma kılavuzluk eden etik değerlerdendi.
Bu değerleri yaşamımızdan çıkarıp attıkça temel sorunlarımıza kalıcı çözümler bulamıyoruz; hiçbir ekonomik önlem kalıcı olamıyor; ahlaksal çöküşün yol açtığı güvensizlik ortamı giderek yaygınlaşıyor. Bir toplum böylesine açmazlara sürüklendiğinde, sorunların çözümü için en güvenli yol, her durumda ve her zaman olduğu gibi geçmişin binlerce yıllık sınanmış, denenmiş uygulamalarına başvurmak, o engin mirastan yararlanmaktır. Anadolu esnaf geleneği açısından bu engin mirasın adı loncalar ve ahilik deneyimidir.
Arapçada “kardeşim” anlamına gelen “Ahi” ile Türkçede “cömert, eli açık” anlamına gelen “Akı” sözcüklerinin ortak ruhunu yansıtan “Ahilik” Anadolu’da 13. yüzyılda ortaya çıktı. 11. yüzyılda başlayıp 13. yüzyılın ortalarına kadar süren önemli toplumsal altüst oluşların yaşandığı, göçebe Türk topluluklarının Orta Asya’dan Anadolu’ya doğru akıp gelmelerinin sürdüğü bir dönemde, Ahiliğin sözcük anlamındaki derinliği, ekonomik ve sosyal yaşama getirdiği büyük katkı ile de örtüşmüştür.
Uygarlığın zirvesindeki Buhara, Taşkent, Semerkant, Merv gibi, Moğol istilalarında yakılıp yıkılmış kentlerinden kaçıp yollara düşen ve Anadolu’da Ahilik örgütlerinin temelini oluşturan esnaf ve sanatkarlar da bu büyük göçün sakinleriydiler. Anadolu’nun bu yeni sahipleri, tarım ve el sanatlarında zengin birikime sahip yerli halk ile hem bir sentez oluşturmak hem de onlarla rekabet edebilmek amacıyla örgütlenme ihtiyacı duydular. Mevlana, Hacı Bektaş, Ahi Evran gibi bilge, filozof önderler bu örgütlenmenin inanç ve düşünce temellerini attılar.
Öğretisinin harcını, İslam ülkelerinde öteden beri bilinen “Fütüvvetname”lerden alan Ahi Evran, ilk Ahilik örgütünü, bilinenin tersine Kırşehir’de değil Kayseri’de, kendisi gibi derici esnafını bir araya getirerek kurduğu esnaf sitesi kapsamında oluşturmuştur. Her türlü meslek, sanat ve ticaret gruplarının sosyal ve ahlaksal davranış ilkelerini belli kurallara bağlamayı amaçlayan Fütüvvetname” geleneğinin üzerinde, kendi özgün etik değerlerini inşa eden ahilik örgütleri, tüm Anadolu’da, hatta Balkanlar’da gelişip serpildiler.
Göçebelikten yerleşik hayata geçişi hızlandıran, Türk esnaf ve sanatkârların kent ekonomisinde etkin bir konuma sahip olmalarını güvenceye alan ahiliğin temel amacı, insanların bu dünyadaki yaşamlarında ve öldükten sonra huzur içinde olmalarını sağlamaktı. Her zaman güçlünün zayıfı ezmesine, haksız kazanç sağlanmasına şiddetle karşı durdular. Onlara göre temel ölçü aldıkları “el işçiliği”, sahibini haksız kazanç peşinde koşturmayan, israf ve gösterişten uzak tutan kutsal bir geçim yolu ve vazgeçilmez bir erdemdi.
Bu anlayış, esnafla birlikte tüm topluma alın teri ile geçinmeyi, ahlaklı ve başı dik olmayı, kendine güvenip minnet etmemeyi öğretti. Kimse kimseye muhtaç bırakılmaz, hiçbir esnaf ya da sanatkâr tefecinin kapısına gönderilmez, mal ve kredi ihtiyaçları dayanışma içinde sağlanır; yaşlı, sakat ve çalışamayanların tüm ihtiyaçları ortak bir sandıktan karşılanırdı. El becerisi ve yürek temizliğine bağlı olarak gelişen yamak, çırak, kalfa ve usta hiyerarşisini kuran, geliştiren ve titizlikle uygulayan bir örgütlenme anlayışı, iş saatleri dışında her konuda eğitimi hedefleyen bir çalışma düzeni tüm toplumu olumlu yönde geliştirip dönüştürmüştür.
Tüm bu güzelliklerin yaşandığı dönemleri yapısal özellikleri ve üretim ilişkileri ile günümüze taşımak elbette olanaksızdır. Ancak bütün zamanlarda geçerli olan aynı etik kuralları yeniden canlandırarak, bir kardeşlik ve dayanışma çekirdeğini oluşturabiliriz.

Erol KARACA
Araştırmacı, Yazar ve Fotoğraf Sanatçısı
Nevşehir Lisesi’nden sora Hacettepe Üniversitesi, Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi, Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu. 1997 Yılından bu yana Dernek ile yakın ilişki içinde oldu, bir süre eğitmenlik yaptı. Asıl uğraşısı araştırmacılık ve fotoğraf olan Karaca çok sayıda gezi ve makale kaleme aldı. Ahilik, Karagöz Oyunlarında Metafizik Boyut, Evrensel Zihin, Eski Ankara, Yerküreden Notlar bunlardan bazılarıdır. İbni Sina konulu biyografik ve felsefi bir kitabı Semerkand Yayınevi tarafından yayınlanmış olan Karaca İzmir’de yaşamaktadır.